25 Temmuz 2013 Perşembe

Hadi Tiyatroyu Yıkalım!


Hani bir his vardır, sanki açık havada boğuluyormuşsunuz gibi? Duvarlar üstünüze üstünüze geliyordur ve bir el parmaklarını yüreğinize dolamış, sıkıyordur? Böyle anlara yakalandığınızda tek istediğiniz olduğunuz yerden mümkün olduğunca uzaklaşmak, tabana kuvvet kaçmaktır. Peki, ya bunu yapamasaydınız? Ya kaçamasaydınız? Ne yapardınız? Eh, eğer bunu öğrenmek istiyorsanız New York’ta, Cort Tiyatrosu’nda oynayan, ‘Grace’e gitmeniz yeterli! Yaklaşık iki saat süren ve kendinizi kurtaramayasınız diye ara verilmeyen oyunun hayatınızda deneyimleyeceğiniz en iç bayıltıcı şey olduğuna bahse girebilirim!

Craig Wright’in yazdığı “Grace ”in başrollerini Paul Rudd (I Love You, Man, Knocked-Up), Kate Arrington (Fake, The Violet Hour) ve Michael Shannon paylaşıyor. Oyunda genç ve aşırı dinar bir çift, Steve (Rudd) ve Sara (Arrington), İncil temalı bir oteller zinciri açmak için Florida’ya taşınır. Bu iş için çok heyecanlı olan, ancak dolandırıldığını fark etmeyen Steve, karısıyla yeterince vakit geçirememektedir. Bu yeni şehirde yalnızlık çeken Sara komşusu Sam (Shannon) ile arkadaş olur. Sam karısını bir araba kazasında kaybetmiştir, ölümü için kendisini suçlar ve yüzünü yaralıdır. Esiri oldukları bu yalnızlığı aşmaya çalışırken, bu iki karakterin birbirlerine aşık olduklarını ve dolandırıldığını anlaması üzerine Steve’in dünyası başına yıkılır. Oyunun sonunda karısın ve onun sevgilisini vuran Steve intihar eder.

Kulağa aslında ilginç gelen bu oyunun insanı böyle daraltmasının sebeplerinden biri Steve’in ta kendisi. Son derece dindar ve saf olan bu karakterin sizi sinir eden yanlarından belki en önemlisi gevezeliği. Zira Steve, her ne kadar inkar etse de, karşısındakini kendisiyle aynı fikri edinmeye zorlayana dek konuşmayı kesmeyen bir tip. Böyle birinin, oyunun ¾’ü boyunca nasıl uzun ve anlamsız monologlara daldığını tahmin edebilirsiniz. Öyle ki, bunlar bir süre sonra “Kapa artık çeneni,” diye bağırmak istemenize neden oluyor. Aslına bakarsanız , Sara da sizde benzer hisler uyandırıyor. Ancak ona haykırmak istediğiniz şey, Steve’in aksine, “Söyle artık söyleyeceğini!” Çünkü Sara, insanların sözlerini bastırmalarına izin vermesinin yanı sıra, öyle yavaş konuşuyor ki bazen akli dengesinin yerinde olup olmadığını merak etmeden duramıyorsunuz.

Karakterlerin sinir bozuculuğunu bir kenara bırakırsak, beni oyunda asıl bunaltan onun yapısıydı. Öncelikle, “Grace”, oyunun son sahnesiyle, daha doğrusu bu sahnenin, aynı bir videodaki gibi, geri sarılmasıyla başlıyordu. Yani sondaki cinayet-intihar sahnesi baştaydı ama tersine hareket ediyordu. Mesela Steve karısını “vurduğunda”, kadın yere düşeceği yerde, ayağa kalkıyor ve “Lütfen beni vurma,” demeye başlıyordu. Hadi çıkın işin içinden çıkabilirseniz!

Bu sahne başa sarıldıktan sonra, oyun asıl başlangıca, yani çiftin Florida’ya taşınmalarına döndü ve buradan itibaren normal, kronolojik bir sıra takip etmeye başladı. Ancak oyun yazarı sıkılmış olacak ki, zamanla yeniden oynamaya karar verdi. Ama bu sefer bunu, gelecekten geçmişe atlamak yerine, sahnelerin sonunda oyunu dondurarak ve bazı kısımları tekrar canlandırarak gerçekleştirdi. Sonra tekrar...Ve tekrar...Ve tekrar...

Hazır sahnelerden bahsetmişken, aralarındaki geçişlerin garipliğine diyecek yok doğrusu! Oyunun bir bölümü sona eridiğinde ve durdurulduğunda, loş, kırmızı bir ışık etrafı kaplıyordu ve titreşim gibi bir UFO müziği bağrınmaya başlıyordu. Hani televizyon bozulduğunda bir statik sesi vardır ya? Aynı onun gibi ama daha yüksek sesli. Sonra bu ses kesiliyordu ve oyun bambaşka bir ana atlıyordu. Bu durumun başımı döndürmediğini söylesem yalan olur.

Aslına bakarsanız, bu etkiyi yaratan asıl şey sahnenin dönmesi de olabilir. Bu o kadar yavaş bir dönüştü ki, onu fark edemiyordunuz bile! Derken bir bakıyordunuz ki, az önce sol tarafta olan mobilyalar sağ tarafa geçmiş! Hadi bu atlı karıncaya sahnenin nasıl paylaşıldığını da ekleyelim ve bana akıl hastanesinin yolu görünsün.

Sahne paylaşımı derken ne demek istediğimi hemen açıklayayım: Şimdi, sahnede devamlı aynı dekor vardı. Bu dekor, iki farklı apartman dairesini göstermek için kullanılıyordu. Ama farklı zamanlarda değil, aynı zamanlarda. Mesela, Sam ve Steve birlikte aynı yemek masasında oturuyorlardı ama birlikte değillerdi. Tek bir masa hem Steve’in evindeki masayı, hem de Sam’in evindekini temsil ediyordu. Dolayısıyla iki karakter fiziksel olarak yan yana, hatta dip dibe olduklarında bile birlikte olmayabiliyorlardı! Böylece karakter ve zaman kavramları yıkıldıktan sonra, yer kavramında parça pinçik edilmiş oluyordu. Ve siz, bir yandan tüm bunları çözmeye, bir yandan da oyunu takip etmeye çalışırken tıpkı bu oyun gibi, darman duman oluyordunuz. Bir süre sonra zaten oyunu takip etmeye çalışmayı kestiğiniz için de aklınızda yalnızca bir soru kalıyordu: Hay akılsız kafam! Benim burada ne işim var?

Hiç yorum yok: